Fransa’da Hayatta Kalma Kılavuzu-VI

8) ULAŞIM

Bu başlık altında esas olarak demir ve kara yolu ulaşımındaki gözlemlerimden bahsedeceğim. Denizcilik veya havacılık, uluslararası normlara ve kurallara daha çok uyum sağlamış alanlardır, özgünlük yoktur ama demir ve kara yolu ulaşımında ülkelerin kendine has özelliklerini bariz bir şekilde görürsünüz. Örneğin Fransa’da bu çok belirgindir; o Fransız karakteri hemen göze çarpar. Açık konuşayım, Fransızlar direksiyonda çok kötüler. Kara yolunda kaza ve ölüm oranları çok yüksek. Bunlara nasıl ehliyet vermişler insan hayret ediyor. (Hele bir de ehliyet almadan veya ehliyetini kaptırıp trafiğe çıkanlar var onlardan hiç bahsetmeyelim.) İlk denememde direksiyon sınavından kalmam beni çok üzmüştü; zira 25 dakikalık sınav boyunca trafikte gördüğüm her sürücüden daha iyi sürmüştüm bence 🙂 Özellikle güneye gittikçe kara yolunun nasıl vahşileştiğini görebilirsiniz. Biz ne zaman Besançon’dan güneye insek sürücülük kalitesinin her kilometrede daha çok düştüğüne şahit oluyoruz. Güneydekiler daha tez canlı, daha sabırsız ve yasalara daha saygısız. Ağır araçların (kamyonların, tırların) hem yasaları hem hayatları hiçe sayıp orta ve sol şeritten gittiklerini biliyor muydunuz?

Fransa’nın her köşesini (Atlantik tarafı hariç) tecrübe ettiğimi söyleyebilirim. Eğer bir yere kara yoluyla gidecekseniz Paris’e giriş hatlarındaki, Lyon-Grenoble çeperindeki ve Nice-Marsilya dolaylarındaki trafiğe hazırlıklı olun. Deneyimlediğinizde bana hak vereceksiniz.

Demir yolları deyince ise akla elbette yüksek hızlı trenler (TGV) geliyor. Fransa’nın en büyük gurur kaynaklarından biri hızlı trenlerdir. Gerçekten de çok iyi bir sistem oturtulmuş. Ancak ben biletleri gereksiz pahalı buluyorum. İkinci sınıf biletler bile lüks gibi. Trenlerdeki tuvaletler çok pis. O kadar pahalı madem, bari tren içi hizmetler iyi olmalı. Ayrıca tren saatleri de trenin duracağı yer de her an değişebilir. Bu yüzden gardayken gözünüzü asla ama asla elektronik panodan ayırmayın. Trenin geç kalkmasını anlayışla karşılayabilirim ama ben daha erken hareket ettiğine bile şahit oldum. Fransa’da bu tip saçmalıkları bir yerden sonra garipsemiyorum. (Ben her yere erken giden biriyim iyi ki) Trenin duracağı anons edilen peron da her an değişebilir ve siz garın bir ucundan diğerine elinizde ağır bavullarla kalbiniz ağzınızdan çıkacak şekilde ve o kalabalığı yararak koşmak zorunda kalabilirsiniz (bunu da yaşadım). Durun daha bitmedi: ben Lille’deyken dönüş trenimin garı bile (son dakikada) değişmişti!!!! Bir gardan diğerine nasıl koştuğumu bir ben bir allah biliyor. Trenimi bulup koltuğuma oturduğumda yaşadığım o nefes nefese kalp sızısını anlatamam. Dediğim gibi, bu gibi durumlar, Fransız karakteristiklerinden kaynaklanıyor ve her baba yiğidin harcı olan sınavlar değil. Havlu atabilirsiniz, ben burada yaşayamam diyebilirsiniz, haklısınız da…

Garlara gelince; bugüne kadar Paris’teki neredeyse her garı, Aix TGV ve küçük Aix garını, Rennes garını, Besançon viotte ve franche comté tgv garını, Marsilya st charles’ı, Hyères garını, Lyon garlarını ve Lille’deki iki gar ile daha birçok kasaba garını gördüm, bizzat tecrübe edindim. Tek diyebileceğim: Eşyanıza sahip çıkın, panoları takip edin, gar tuvaleti için bozuk para ayarlayın, keşlerden ve evsizlerden uzak durun. (Mümkünse tuvaletlerden uzak durmaya çalışın)

9) BÜROKRASİ

Aslında bu konu için söyleyebileceğim her şeyi “eiffel bursu” ve “evlilik” yazılarımda söyledim. Her şey çok yavaş ilerliyor. Kurban olduğum Kadıköy Nüfus Müdürlüğü’nden (Türkiye’de yaşarken) ben doğum akdimi 5 dakikada alabiliyorken benim eşim Fransa’da kendi doğum akdini iki hafta bekliyor. Türk bürokrasisi hız, Fransız bürokrasisi yavaşlık ilkesi üzerine kurulmuş. Söyleyeceklerim bu kadar.

10) VERGİ

Fransa’da bekarın cezalandırıldığı, aile kuranın ödüllendirildiği bir vergi sistemi var. Örneğin benim kayınbiraderim henüz bekarken ve tek başına küçük bir dairede yaşıyorken çok yüksek gelir vergisi ödüyordu. Biz ise evli bir çift olarak hiç gelir vergisi ödemedik. Burada kilit nokta evimizin sadece bir geliri olması(eşimin maaşı). Bu durumda devlet sizden sıfır (0) € gelir vergisi alıyor. Hele bir de çocuğumuz olunca devlet bize sağolsun hiç dokunmuyor; üstüne bir de bebek yardımı yapıyor (36 ay boyunca). Eğer iki maaş olsaydı o zaman gelir vergisi öderdik sanıyorum.

Öte yandan Fransa’da az gelirliden az, çok gelirliden çok vergi alındığını belirteyim. Tek evi olandan az, çok evi olandan da (bir yazlık, bir kışlık gibi) çok konut vergisi alınıyor. Fransa’daki zenginler (aktörler, iş insanları) sırf bu yüzden başka ülkelerden vatandaşlık alıp orada yaşamaya başladılar (Portekiz, Rusya gibi). Çünkü orada daha az vergi ödüyorlar. Ve bu durum Fransız devletinin hiç hoşuna gitmiyor ama vergi politikasından da geri adım atmıyor. Bence de doğrusu bu.

Uzun lafı kısası “orta halli” iseniz en kral yaşayan sizsiniz.

11) TOPLUMSAL HAYATTA KABUL GÖRMEK

Her toplumda olduğu gibi Fransa’da da buraya özgün birtakım kurallar var. Yazılı kurallar ne kadar önemliyse yazısız olanları da o kadar önemli. Örneğin akıcı Fransızca konuşursanız size bütün kapılar açılır, saygı görürsünüz. Bir yabancının iyi fransızca konuşması hayranlık ve saygı uyandırıyor fransızlarda. Paris gibi metropollerde bile İngilizce bilen Fransız bulmak zor oluyor. Lisanınız yoksa işiniz her yönden zorlaşır.

İkinci yazısız kural, Fransızların sabır sınavından geçmeniz gerektiğidir. Sınırlarınız ne kadar zorlansa da ”teşekkür ederim”, ”lütfen”, ”bonjour”suz konuşmayın. Maillerinizi ”cordialement”(saygılarımla)sız bitirmeyin. Lisan bilmesine rağmen öküz kalanlar var; onları da uyarmış olayım bu vesileyle. Nezaket ile yaptıramayacağınız iş yoktur, dünyanın her yerinde kural budur.

Ancak bir de hak edene lafı yapıştırmak diye bir gerçek var. Bu da sınavın bir parçası. Fransızlar sizi (hele ki yabancıysanız) ezmeye çalışabiliyorlar; asla altta kalmayın. Tabii bunun için de mükemmel dil seviyesi lazım ki onlarla benim gibi baş edebilesiniz. “Deli deliyi görünce sopasını saklarmış” misali beni sindiremeyeceklerini birkaç kez göstermek zorunda kaldım (her daim nezaketimi koruyarak).

Yazılı kuralların da hepsine harfiyen uymanız sizin lehinize olur. Örneğin nasılsa kontrol eden yok diye bilet almadan trama falan binmeyin. Başta Fransa olmak üzere Avrupa ülkelerinde esas ilke ”auto contrainte”tir yani herkes kendi disiplinini kendi sağlar. Bunun için de yüksek seviye medeniyet eğitimi gerekir. Olur da tramda biletsiz yakalanırsanız çok tuzlu cezalar ödersiniz. Veya akşam 9.30’dan sonra hiçbir markette alkol satışı yoktur. Bu kurala da uymanız sizin iyiliğinize olur. Kurallara uyar, aşırılıklardan uzak durur ve medeni davranış kodlarını benimserseniz kimseyle sorun yaşamazsınız.

Eğer bir kadınsanız şunu mutlaka aklınızda tutun: bütün Fransız erkekleri tanışma/buluşma anlarında size mutlaka ama mutlaka başını uzatır ve yanak yanağa öpüşmeniz gerekir. Bunu kabullenmem ve bir reflekse dönüştürmem benim için çok zor oldu. Yoldaki herhangi biri sizi öpmek istemiyor elbette. Diyelim ki bir arkadaşınızın arkadaşıyla karşılaştınız ve ortak arkadaşınız sizi tanıştırdı, isimlerinizi söyledi. O şahıs el ele sıkışmaz, direkt öpmek üzere size başını uzatır. (Ben kadın da olsa erkek de olsa yeni tanıştığım insanlarla sadece el ele sıkışırım, o yüzden tanımadığım insanları öpmek zorunda olmak beni çok zorluyor) Kadınlar da yapıyor bunu ama her zaman değil. Kaide olan şey, erkeklerin kadınları öpmesi. Erkekler ise kendi aralarında mutlaka ama mutlaka el sıkışırlar. (Tabii tüm bunlar pandemi öncesiydi; pandemi tümüyle bitince bu kültürün geri döneceğine eminim)

12) FRANSIZ TELEVİZYONU

İlginç bir rivayete göre Fransız televizyonlarında sadece yüksek kaliteli programlar sunulurmuş halka. Külliyen yalan! Kalite ile kalitesizliği ayırt etmek size bırakılıyor. İyi de var kötü de kanallarda. Bazı kanallar var; öğleden sonra kadın kuşağında seviye yerlerde sürünüyor. (Gündüz kuşağı zaten hep bi kalitesizdir) Bir de bazı kanallar var ki genel kültürünüzü arşa çıkarıyor. Ha bir de tabii haber kanalları var. Sabahtan akşama kadar aynı şeyleri (bfm tv, franceinfo veya Cnews mesela) temcit pilavı gibi tekrarlıyorlar (bazen eskisi gibi, cnn türk izlediğimi sanıyorum bu kanallara bakarken). Eğer kafanızı dağıtmak, bomboş içerikler izlemek isterseniz, reality show seviyorsanız C8 veya M6 isimli kanalları öneririm. Bazen gerekebiliyor gerçekten de. Meclisi merak ederseniz Lcp’ye, şifresiz spor programları için l’Equipe’e bakın. Benim gibi doğa, tarih, gastronomi, coğrafya belgeselleri izlemekten zevk duyuyorsanız France3, Arte gibi kanalları şiddetle tavsiye ediyorum. Uyarayım: bazı reality showlar sizi şok edebilir. Cinselliğin ön plana koyulduğu, çiftlerin aralarında partner değiş tokuşu yaptığı vb. BAYAĞI programları izleyince Türkiye’deki kalitesiz reality showlara şükredeceksiniz.

SERİYİ NOKTALARKEN

Yazılarımın bazı yerlerinde sert ve sinirli konuştuğumun farkındayım çünkü bazen hakikaten sinirlendiriyorlar ve havlu atmaya yaklaşıyorum ama ben kendimi tanıyorsam atmam. Çünkü her ülkenin hem olumlu hem olumsuz noktalarının olduğunun bilincindeyim. Yani siz nereye giderseniz gidin sizi çileden çıkaran bir şeyler olacak ve orayı çekilir kılmak sizin elinizde yani zorluklardan kaçmak mümkün değil. Fransa’nın kendine özgü bir zorluğu olduğunu kabul etmekle birlikte her şeye rağmen burada hayat kurabilmiş olmaktan mutluyum ve gururluyum. Çünkü sadece hayalimi gerçekleştirmekle kalmadım, bir “zor”u da başardım. (Dürüst olmak gerekirse, zor olan şey, buraya yerleşmek değil burada kalabilmek) Ayrıca seri boyunca adil olduğumu düşünüyorum: Fransa’nın hem iyi hem kötü yönlerini aktarmaya çalıştım. Örneğin Fransızların tıkır tıkır işleyen postacılık sistemine laf ettirmem. Muhteşemler (ironi değil, ciddiyim). Veya yeşil alanlara veya sanata, sanatçıya, kültürlerine, tarihlerine verilen önemi, hala çok yüksek kitap okuma alışkanlıkları olmasını (ve sosyal medyayı daha yeni yeni keşfediyor olmalarını) alkışlıyorum ve hayranlıkla karşılıyorum. Cenaze törenlerinde gösterdikleri özene bayılıyorum. Carte vitale sayesinde medikal harcamaların önemli bir kısmını iade etmelerini de takdir ediyorum. Her tren garında bir piyano olmasını, çalmayı bilen herkesin oturup çalmasını ve onları (özellikle kocamı) dinlemeyi çok seviyorum. Bunların alehine tek laf etmem.

İşin doğrusu, ben bu seriyi Fransa hakkındaki illüzyonu kırmak için hazırladım. Herkeste öyle bir Batı Avrupa hayranlığı var ki, herkes gözünde yurtdışını öyle büyütüyor ki o herkeslerin gözü biraz açılsın istedim. Özenmek, hayranlık duymak ne kadar doğru? Neden kötü şeylerin sadece bizim başımıza geldiğini ve dünyada bizden başka herkesin çok iyi şartlarda yaşadığını sanıyoruz? Bu seri, sizi biraz bunun üzerine düşündürsün isterim. Aklıma geldikçe ve daha da önemlisi yeni tecrübeler edindikçe bu seriye eklemeler yapacağımı hatırlatır, hepinize hoş bir Fransa deneyimi dilerim. Siz de tecrübelerinizi yorumlarda paylaşırsanız memnun olurum.

Leave a Reply

Fill in your details below or click an icon to log in:

WordPress.com Logo

You are commenting using your WordPress.com account. Log Out /  Change )

Twitter picture

You are commenting using your Twitter account. Log Out /  Change )

Facebook photo

You are commenting using your Facebook account. Log Out /  Change )

Connecting to %s